Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantımızda yaptığı konuşmada güncel gelişmeleri değerlendirdi. Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Ahmet Türk, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Ercan Geçmez, ABF Genel Başkanı Mustafa Arslan, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Cuma Erçe ile Ankara Dersimliler, DAD, ve İHD temsilcilerinin de katıldığı grupta konuşan Bakırhan, şunları söyledi: Esenyurt defalarca aynı uygulamalara maruz kaldı ama yılmadı
Merheba hûn bi xêr hatin, we hemûyan bi rêzdarî silav dikim. Li ser çavan hatin. Çok değerli kurum temsilcileri, sevgili Ahmet Türk, belediye eş başkanlarımız, Ankara İl Örgütümüz, Kürt kentlerindeki bütün renkleri barındıran Esenyurt ilçesinden gelen çok değerli Esenyurtlu yoldaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz. Esenyurt İlçe Eş Başkanlarımıza da buradan selamlarımızı ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Esenyurt defalarca aynı uygulamalara maruz kaldı ama yılmadı. Aslında kent uzlaşısıyla yıllardır uygulanan bu baskı ve sindirme politikalarına da çok büyük bir yanıt verdi, vermeye de devam edecek. Eş başkanlarımızın da bir an önce aramıza dönmelerini bekliyoruz.
Hep bir ağızdan Jin, Jiyan, Azadî demeye devam edeceğiz
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününde, dün kadınlar erkek ve devlet şiddetine, savaşa ve yoksulluğa, özel savaş politikalarına karşı alanlardaydı. Kadın mücadelesinden ve kadınların özgürleşmesinden korkan zihniyetin bu mücadeleyi durdurma girişimini kadınlar dün bir kez daha boşa çıkardı. Buradan kendilerini selamlıyor, mücadelelerinde başarılar diliyoruz. Kadınların mücadelesini bu topraklarda yeşertip bütün dünya kadınlarının umudu ve şiarı haline getiren “Jin, Jiyan, Azadî” sloganını yasaklamaya çalışanlara kadınlar bir kez daha net bir yanıt verdi. Kadınların şiddetsiz, sömürüsüz özgür bir yaşam mücadelesi aynı zamanda partimizin de mücadelesidir. Hep bir ağızdan Jin, Jiyan, Azadî demeye devam edeceğiz.
Gözaltına alınan arkadaşlarımız bir an önce serbest bırakılmalıdır
Bu sabah da yine bir Türkiye klasiğiyle uyandık. Maalesef bir türlü değişmiyor bu yaklaşımları. Emek mücadelesinde çalışan emekçilere, basın emekçilerine ve demokratik siyaset mücadelesinde yıllardır emek verenlere yine bir sabah operasyonu yapıldı ve arkadaşlarımız gözaltına alındı. Eş Genel Başkan Yardımcımız Sevtap Akdağ, Kayapınar Belediye Eş Başkanımız Cengiz Dündar, DİSK Genel İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan ve onlarca insan gözaltına alındı. Bu baskıları ve hukuksuz gözaltıları kınıyoruz. Maalesef Türkiye’nin kısa özeti işte bugün yapılan operasyonlardır. Emekten kadına ve basına kadar muhalif olan herkese yargı sopasıyla operasyon çekiyorlar. Türkiye’de hak mücadelesi ve demokratik siyaset arayışı, iktidar güdümlü bu yargı mengenesinden artık çıkarılmalıdır. Arkadaşlarımız bir an önce serbest bırakmalıdır. Tam da bu baskılara karşı emek, kadın ve demokratik siyaset mücadelesini büyütmeliyiz. Bunun için 30 Kasım’da Ankara’da KESK öncülüğünde “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede birleşiyoruz” şiarıyla bir miting yapılacak. Biz de DEM Parti olarak bu mitingde yerimizi alacağız. Emek, barış ve demokrasi yanlılarını bu mitinge güçlü bir şekilde katılarak destek vermeye çağırıyoruz.Dersim halkının iradesi alçakça gasp edildi
2015’ten beri Türkiye’de kesintisiz bir darbe süreci işliyor. Bu darbe, geçmişte bildiğimiz darbeler gibi değil. Topa, tüfeğe, tanka ihtiyaç duymayan bir darbe sürecini yaşıyoruz. Bu darbeci zihniyeti, Ovacık ve Dersim belediyelerine kayyım atayarak tekrar kendisini hatırlatmaya çalıştı. Önce yargıç cübbesi devreye girdi -ki genelde öyle yapıyorlar- sonra da bir tebligatla alçakça Dersim halkının iradesi gasp edildi. 31 Mart’ta Dersim’de bu iktidar topu topu yüzde 13 oy aldı. Oraya atadıkları memuru, polisi ve kendi çalışanlarını çıkarırsak belki de tek bir Dersimliden oy almadılar. Şimdi Dersimlilerin iradesini güçlü bir şekilde ortaya koyduğu Dersim’e kayyım atıyorlar. Kayyımla gasp etmeye çalışıyorlar. Kayyımla gasp ettikleri Dersim’i zannediyorlar ki Dersim halkı onlara bırakacak. Henüz kayyım tartışmaları ortada yokken, Belediye Eş Başkanımız henüz mahkemede ifade verirken, henüz verilen karar resmi olarak yazılmamışken, şu anda kayyım olarak atanan Dersim Valisi mahkemeye bir yazı gönderiyor ve yazılmayan kararın ivedilikle yazılması için mahkemeden bilgi istiyor. Dersim Belediyesine kayyım olarak atanmak istiyor. Beyefendi, Dersim halkının iradesini ivedilikle gasp etmek istiyor. Bir an önce yolsuzluk yapmak istiyor. Çift maaş alacak, belediye meclisini feshedecek ya da toplantıya almayacak, belediyenin kaynaklarını ihaleyle değil teklif usulüyle istediği firmalara vererek Dersim halkı için ayrılan bütçeyi geçmişte olduğu gibi boşaltacak, birilerine peşkeş çekecek. Bunun için bir an önce ellerini ovuşturuyor. Sanki babasının alacağı var da mahkemeye yazı yazıp bir an önce kararın yazılmasını istiyor.
Sanıyorlar ki Dersim bu gaspçılara eyvallah edecek ama bizim yolumuz Rêya Heq yoludur
Sayın Vali, Dersim senin gibi yüzlercesini gördü, binlerce baskı ve zulüm politikasına rağmen yüz yıldır vazgeçmedi; seninle mi vazgeçecek? Sanıyor ki Dersim bu emir erlerine, bu gaspçılara eyvallah edecek. Çok beklersiniz! Dersim halkı hiçbir zaman iradesinden vazgeçmedi. Bunu artık öğrenmeniz gerekiyor. Yüz yıldır Kürtleri yok sayan, Alevilerin inancını yok sayan bu anlayış şimdi güncellenmiş kayyım sistemiyle yoluna devam ediyor. Ama bilmiyorlar ki bizim yolumuz Rêya Heq yoludur. Bizim yolumuz adaletin ve hakikatin yoludur. Bizim davamız hakiki bir davadır. Bakalım kayyımcı anlayış mı kazanacak, yoksa Rêya Heq yolundan yürüyenler mi? Bunu, hep birlikte, başta Dersim’deki halkımız, Aleviler gösterecektir.
Kayyım yasası 21. yüzyılın “tunç eli” yasasıdır
Kayyım yasası 21. yüzyılın “tunç eli” yasasıdır. 30’larda uyguladıkları Tunceli Kanununu şimdi güncelleyerek uyguluyorlar. Tunç eli kanunlarından medet ummak korkaklıktır, acizliktir, çaresizliktir. Bundan vazgeçin. 100 yıldır Tunceli Kanunu ile yönettiğiniz, yönetmeye çalıştığınız Dersim’i ele geçiremediniz. Bundan vazgeçin. Kürt meselesi nedir, kayyım rejimi nedir? Tarihten bugüne yaşanan bir örnekle aktarmaya çalışacağım. Ocak 1920’de Dersimli Hasan Hayri Bey, Meclis-i Mebusan’a seçildi. 1923’e kadar da Meclisi Mebusan’da milletvekilliği yaptı. Daha sonra amcası Celalzede Mehmet ile birlikte 23 Kasım 1925’te Elazığ Buğday Pazarı Meydanında idam edildi. 1923’e kadar milletvekilliği yapan Hasan Hayri Bey neden idam edildi? Çünkü toprağını, inancını ve halkını savundu; eşit yurttaşlar olarak insanca yaşamayı savunduğu için idam edildi. Hikaye burada bitmiyor. Hasan Hayri Bey’i idam edenler daha sonra ailesinden ve köylerinden 200 kişiyi 1938 Dersim Katliamında katletti.
Kürt sorunu Hasan Hayri’den Cevdet Konak’a uzanan hak arayışıdır
Katliam diyoruz ama öyle bildiğimiz katliam da değil. Kurşun atmamak için birçok insanı evlerine kapatıyorlar ve evleri ateşe veriyorlar. Çoğu ateşte yanarak yaşamını yitirdi. Çoğu dumandan zehirlenerek yaşamını yitirdi. İnkar etseler de tarih de buna şahit, Dersim de buna şahit. O dağlar, o kurt kuş, o dereler bu katliama şahittir. O dereler günlerce kan aktı. Bu gerçeği kimse gizleyemez. İşte idam edilen Hasan Hayri’nin torunu Cevdet Konak şu anda Dersim Belediye Eş Başkanımızdır. Aynen 100 yıl önceki gibi, Hasan Hayri’nin idam edilişinin yıldönümünde, Cevdet Konak ve Birsen Orhan arkadaşlarımıza da zulüm uygulandı; görevlerinden alınıp yerlerine kayyım atandı. Kürtlere, Alevilere yönelik yüz yıllık hukuksuzluk bugün kayyım atamasıyla devam ediyor. İşte kayyım rejimi budur, kesintisiz Kürt düşmanlığı budur. İşte Kürt sorunu Hasan Hayri’den Cevdet Konak’a uzanan bir hak arayışıdır.
Dersim’in kutsal anahtarı Dersimlilerdedir, zulüm ve katliamla ele geçirilemez
Dersim öyle kolay bir yer değil. Dersimin o kutsal anahtarı Dersimlilerin elindedir. Öyle zulümle, katliamla, kayyımlarla ele geçirilmeyecek çok kutsal bir anahtarı vardır.
Asıl terör kayyım atamaktır, halkın iradesini gasp etmektir
Çıkıp utanmadan bir de “terörsüz Türkiye” deyip duruyorlar. Halkın oyuyla seçilmiş, ön seçimle seçilmiş belediye eş başkanına terör diyorlar. Asıl terör kayyımdır! Kayyımcı anlayışınız ve zihniyetinizdir. Asıl terör, halkın iradesine kayyım atamaktır, halkın iradesini tanımamaktır. Bu kürsüden soruyoruz: Anadilinde eğitim istemek mi terör? “İrademe sahip çıkıyorum, belediyeme sahip çıkıyorum” demek mi terör? Dersim’i inancına göre yönetmek mi terör? Yoksa seçme ve seçilme hakkını gasp etmek midir terör? Türkiye halkları neyin terör olup olmadığını çok iyi biliyor.
Ya Kürt meselesini çözeceksiniz ya da bu onurlu mücadele karşısında çözüleceksiniz
Önce tüm Kürtlere terör diyorlar, sonra birisi çıkıp “terör ayrı Kürtler ayrı” diyor. Yüz yıldır aynı terane. Kürtler bastırılırken hep aynı şeyi söylediler. Hasan Hayri’ye de terör dediler. Meclis-i Mebusan’a seçilmiş, milletvekilliği yapmış bir insan. Artık bu yalanları, bu safsataları, bu psikolojik harbi bir kenara bırakın. Bunu kimse yutmuyor. Biraz cesur olun. Zaten yapıyorsunuz, bari çıkıp deyin ki bütün Kürtler terördür. Biz de ne dediğinizi anlayalım. Zaten pratikte bunu yapıyorsunuz. Sendikacısını gözaltına alıyorsunuz, basın çalışanını gözaltına alıyorsunuz. Esenyurt’ta demokratik siyaset yürüttüğü için eş başkanları tutukluyorsunuz. “Bilge insan” dediğiniz Ahmet Türk gibi ömrünü demokratik siyasetle geçirmiş birine de terör diyorsunuz. Bütün Kürtler terör deyin olsun bitsin. Biraz cesur davranın ve uyguladığınız şeyi artık kabul edin. Buradan sesleniyorum: Kürt meselesini terör meselesi olarak görmek büyük bir gaflettir. Bundan artık vazgeçin. Kürtler hakkını istiyor; Yozgat’a, Çankırı’ya kayyım atayalım demiyorlar, Yozgat'ın ve Çankırı’nın iradesini gasp edelim demiyorlar; saygı duyuyorlar. Biraz vicdanınız varsa siz de artık buna saygı duyun. Ya Kürt meselesini çözeceksiniz ya da Hasan Hayri’den Cevdet Konak’a kadar süren bu onurlu mücadele karşısında çözüleceksiniz. Bunun ötesi berisi yok. Siz karar verin.Ortadoğu’da güç savaşı gittikçe derinleşiyor
Yanı başımızda ve dünyanın birçok yerinde çatışmalar ve savaşlar devam ediyor. Üçüncü Dünya Savaşının ayak sesleri artık bütün ülkeler tarafından duyulmaya başlandı. Artık cin şişeden çıktı, savaş çanları çalıyor. Ukrayna’da artık taraflar birbirlerini açık şekilde nükleer silahlarla tehdit ediyor. Finlandiya, Belçika ve İsveç gibi ülkeler kendi insanlarına nükleer saldırılardan korunmak için broşür dağıtıyor, bilgilendirme yapıyor. Yani yarının ne getireceğinin belli olmadığı bir sürece girdik. 3. Dünya Savaşının ağırlık merkezi olan Ortadoğu'da da güç savaşı gittikçe derinleşiyor. Geçen yüzyılın başlarında Ortadoğu’da bütün farklılıklar yok sayıldı. Tekçi, milliyetçi ve mezhepçi anlayışlar kendisinden olmayanı ya katletti ya asimile etti ya sürdü ya da tarih dışına itti. Onlar itti ama hiçbir şey bitmedi işte. İttikleri, yok saydıkları o halklar ve inançlar bugün ayakta ve mücadele ediyor, hakkını arıyor. Kendi kimliğini özgürce yaşamak istiyor. Bu bahsettiğimiz süreç Türkiye’de de yaşandı. Türkiye de bu kriz ve çatışmalardan bir türlü kurtulamadı.
Türkiye’de 1920’lerde kurulan çatının herkesin eşit yaşayacağı şekilde onarılmasından yanayız
Evet 1920’lerde bir çatı kuruldu. Bu çatı kurulurken Kürtler de emek verdi, can verdi, bedel ödedi. Ancak şimdi Ortadoğu’daki fırtınalardan ve bu çatının altındaki insanların mutlu olmamasından dolayı artık o çatı çürümeye başladı. Çatının altındakiler mutlu değil. Birilerini yok sayıyor, ötekileştiriyorsun. Birilerine zorla bir inanç ve etnik kimlik dayatıyorsun. Peki, bu çatıyı hep birlikte onaracak mıyız, yoksa bu çatının akıp dökülmesini mi izleyeceğiz? Biz neredeyiz? Biz bu çatının yeniden herkesi kapsayan, herkesin mutlu ve eşit yaşadığı bir şekilde onarılmasından yanayız. Bunun mücadelesini veriyor, bunun bedelini ödüyoruz. Ama sistem bu çatı çürüsün diye sürekli oraya ateş taşıyor. Bunu da hep birlikte halklarımızla birlikte görüyoruz.
Üçüncü Dünya Savaşından korunmanın yolu demokrasiyi büyütmek, halkın iradesini ve farklılıkları tanımak, hukuku sağlamaktır
3’üncü Dünya Savaşından korunmak için çok net ve somut yapılması gerekenler var:
1. Demokrasiyi büyütmek,
2. Halkın iradesini ve farklılıkları tanımak,
3. Türkiye’de hakkı hukuku sağlamak.
Eğer bunları yapabilirsek, çatı da güvenli olur, çatının altındakiler de güvende olur ve mutlu bir şekilde bir arada yaşar. Ama AKP iktidarı ne yapıyor? Jeopolitik kurnazlıklarla rol çalmaya çalışıyor. Onun bu jeopolitik kurnazlığında dolayı da bütün Türkiye halkları kaybetti. İşte 10 bin TL emekli maaşı alınıyorsa, tam da bu kurnazlıklardan kaynaklıdır. Savaş halinden bir çıkar devşirme pratiğinden kaynaklıdır. Biz buna son vermeye çalışıyoruz. AKP iktidarı sık sık olası bir savaştan, Türkiye’ye yönelik müdahaleden bahsediyor. Evet, bölgemizde süren ciddi bir savaş riski var. Bu doğru. Ancak emekçiler, halklar ve inançlar, Kürtler, ezilenler olarak bizler bu riske farklı bakıyoruz, iktidar ise farklı bakıyor. Bizler, bu riskten korunmanın yolunun demokrasiyi güçlü bir şekilde uygulamaktan geçtiğini söylüyoruz ama onlar bu riskten de rant devşirmeye çalışıyor. Bu risklerden korunmak istiyorsanız, önce kayyım atamaktan vazgeçin. Kürt meselesini çözmüş, demokrasisini ve iç barışını sağlamış bir Türkiye hem bu risklerden korunabilir hem de fırsatlardan faydalanabilir. Yerel demokrasi temelinde inşa edilmiş bir demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus en akılcı, en doğru ve en mantıklı çözüm yoludur. Bu nedenle, yerel demokrasinin güçlü şekilde inşa edildiği bir demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus mücadelesi veriyoruz. Bu şekilde iç barışımızı sağlayacağımıza inanıyoruz. AKP-MHP bize boş bir havuz gösteriyor, biz de inatla diyoruz ki boş havuzda yüzülmez!
Tarihte değişmeyen bir gerçek var. Sınırlar değişiyor, iktidarlar değişiyor, zihniyet ve rejimler değişiyor ama tarih boyunca değişmeyen tek bir şey var. Ortadoğu’da Kürtler hesaba katılmadan jeopolitik olmaz. Alparslan döneminde de bu böyleydi, Mustafa Kemal döneminde de böyleydi. Kürtleri hesaba katmayan jeopolitik, işte bugün iktidarın tökezlediği gibi Ortadoğu’da ve dünyada tökezler. Kürt jeopolitiğini dikkate alan da yol alır. Onun için de iktidarı Kürtleri dikkate alan bir yaklaşıma davet ediyoruz.
Bahçeli, Erdoğan, Hakan Fidan sürekli olarak “coğrafyamız tehdit altında” diyor. Tamam, tehdit altında olduğunu varsayalım. Peki, bu tehdidi nasıl bertaraf edeceksiniz?
Kürt sorununu yok sayarak mı? Dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin kazandığı hakları yok sayarak mı bertaraf edeceksiniz? Dünyanın her yerinde Kürtleri oyun dışında bırakarak mı bu tehdidi bertaraf edeceksiniz? Bu soruların cevaplarını bir türlü alamıyoruz. Top çevirip duruyorlar. Gerçek gündeme ve cevaplara bir türlü gelemediler. Ne yazık ki bu iktidar, Ortadoğu fokurdarken ülkenin içerisini de kendi kaynatıyor. Gözaltı ve operasyonlarla, kayyımlarla ve baskıcı politikalarla bunu yapıyor. Bu hal iyi bir hal değil. Bu yol, yol değil. Bu yoldan bir an önce çıkarak lütfen kendinize gelin. İç cephe hayali bu yöntemlerle boşa çıkar, tarumar olur. İç cephe birilerini dışlayarak oluşturulamaz. Bugünkü manzarada iç cephe dedikleri nedir? Kayyımdır. Şu an yaşadıklarımızdan yola çıkarak söylüyorum. İç cephe dedikleri barış düşmanlığıdır, demokratik siyasetin tasfiyesidir. Belediye eş başkanlarını, ilçe eş başkanlarını, yöneticileri tutuklayarak maalesef iç cepheyi oluşturamazsınız. AKP-MHP bize boş bir havuz gösteriyor ve “Burada yüzün” diyor. Biz ise inatla ve ısrarla “Bu havuz boş, boş havuzda yüzülmez” diyoruz. Berê li cem me digotin bi pufkirinê tenûr nayê germkirin. Nasıl ki üflemeyle tandır yanmıyorsa, boş havuzda da yüzülmez.
Kürt halkı hami değil onurlu bir barış istiyor
Son günlerde yine iktidar aktörlerinin ağızlarına pelesenk ettikleri bir şey var. “Kürtlerin hamisiyiz” diyorlar. Sanırım olayı yine yanlış anlamışlar. Kürtler kendilerini reddeden hamiliğinizi, hakaretinizi ve hamasetinizi kabul etmiyor. Kürt halkı hami değil onurlu bir barış istiyor. Kürt halkı yeni efendiler değil eşit ve adil bir yaşam istiyor. Türkiye’nin barışı hamilikle değil birbirini eşit kabul etmekle olur. Türkiye, dünyanın farklı yerlerinde çözüm için arabuluculuk ve 3’üncü göz rolü oynuyor. Geçmişte Somali'de bunu yaptı, arabulucu oldu. Somali'de bir noktaya gelindi. Uzun süredir Türkiye Filipinler’de resmi arabuluculuk yapıyor. Ukrayna ve Afganistan'da da arabuluculuk yapmak için can atıyor, rol üstleniyor. Özellikle Filipinler’e dikkatinizi çekmek istiyorum. Filipinler’de çatışma sürecinin çözümü için Türkiye önemli bir rol almış ama kendi ülkesine gelince çözümsüzlükte ısrar ediyor. Yani orada sorunu çözmek için arabuluculuk yapıyor, burada ise benim benzer sorunum yok diyor. Dışarıda barış havarisi ama içeride elinde savaş tokmağı olan bir Türkiye’den bahsediyoruz. Bu ikiyüzlülüğün artık bırakılması gerekiyor. Biraz da Filipinler’de olduğu gibi kendi sorunumuzun çözümüne yoğunlaşmalıyız. Mora halkının kendi kendini yönetme mücadelesi için destek sunan Türkiye, Türkiye’de yüz yıldır devam eden Kürt sorununu görmezlikten geliyor. Bu kabul edilemez. Mora halkı için yaptığı doğrudur. Tabii ki Mora halkı kendini yönetsin, demokratik haklarına kavuşsun. Ancak Mora halkı için istediğini, eğer gerçek bir arabulucu ise kendi ülkesindeki Kürtler için de istemelidir. Mora halkına var ama Kürt halkına gelince yok. İşte böylesine çelişkili bir iktidarla karşı karşıyayız.
İktidara sesleniyoruz: Herkesin buluştuğu bu tarihi fırsata engel olmayın
Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin demokratik çözümünde büyük bir ortaklaşma var. Oy devşirmek isteyen kimi kesimleri çıkarırsak, neredeyse bütün muhalefet demokratik çözümden yana bir tavır ve duruş ortaya koydu. Bu çok değerli ve tarihi bir fırsattır. Biz buna değer biçiyoruz. İktidara sesleniyoruz: Herkesin buluştuğu bu tarihi fırsat önünde engel olmaktan artık vazgeçin. Kendi çıkarlarınız için milyonlarca insanın çıkarını heba etmeyin. Ne güzel muhalefet bir araya gelmiş, siz de biraz samimi davranın. Herkesin bir arada olduğu bir süreçte sorunları çözmenin çok kolay olacağını geçmişte yaşadığımız deneyimlerde gördük.
Ancak hem bu muhalefetin bir araya gelmesini değerlendirmiyorlar hem hala parmak sallıyorlar hem de çıkıp kirli propaganda yürütmeye devam ediyorlar. Özellikle televizyonlardaki tartışmaları ve gazete köşelerinde yazılanları görüyorsunuz. “Sayın Öcalan’ın dediklerini yapmıyorlar” diyorlar. “DEM Parti çözümden yana değil” diyorlar. Böyle bir yalan olabilir mi? DEM Parti’nin nerede durduğunu bilmeyen mi var? Bugünkü yönetim bunu bilmiyor olabilir mi?Tecridi kaldırın, Sayın Öcalan’ın düşünceleri toplumla buluşsun
85 milyon insanın huzurunda sormak istiyoruz: Öcalan ne dedi, ne istedi? Biz bunu bilmiyoruz, siz biliyor musunuz? O zaman bu zeminin Öcalan’ı dinleyip dinlemediğini nasıl anlayacağız? Öcalan’ın tecridini kaldırın, düşünceleri gelsin. Tecrit var, 6 ay daha üzerine görüş yasağı koyacaksınız; diğer taraftan da vicdanı iktidarın kesesinde olanlar çıkıp “Öcalan’ı dinlemiyorlar” diyecekler. Yahu Öcalan’ın ne söylediğini biz bilmiyoruz ki. Bir zahmet tecridi kaldırın da Öcalan dinleniyor mu, dinlenmiyor mu bakalım. Bunu anlamak için önce tecridi kaldırın, Öcalan düşüncelerinin toplumla ve halkla buluşmasını sağlayın.
Bunu söyleyenler, daha geçen gün 6 aylık görüş yasağı koydu. Bunu söyleyenler sanki belediyelerimize kayyım atayanlar değil. Bu ahlaksızca politikalardan artık vazgeçin. Yaptığınız bu kirli psikolojik savaşa Kürtler, Türkler, emekçiler, Aleviler artık kanmıyor. Ne zaman anlayacaksınız bunu? Kim sizin yaptığınız bu programları izliyor, kim sizin orada yaptıklarınızı dikkate alıyor ki? Ne zaman bunu öğreneceksiniz? Yaptığınız kirli bir psikolojik savaştır. Çözümsüzlüğün, ölümlerin, açlığın, sefaletin, melanetin kaynağı tam da sizin bu politikalarınızdır, sizsiniz. Sizin çözümsüz politikalarınızdır.
Hiç kimse Kürt meselesinin çözümünde demokrasiyi pazarlık konusu yapmasın
Bugün de konuşuldu bizden önce MHP grubunda. Biz hazırlıklarımızı dün yapmıştık. Demek ki çözüme dönük akıl bazen aynı işliyor. İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmek için Tülay Başkan ile birlikte bugün Adalet Bakanlığına başvuracağız. Eğer samimiler ise bu başvurunun önündeki engelleri kaldırırlar. Sayın Öcalan’ın hem bu süreç hakkında ne düşündüğünü birinci elden görüp duymak istiyoruz hem de barış sürecine DEM Parti adına Eş Genel Başkanlar olarak katkı sağlamak istiyoruz. Sadece biz değil; Türkiye’de barış ve demokrasi isteyen aydınlar, yazarlar, sanatçılar ve kurum temsilcileri de oraya gitmelidir. Madem işaret ediyorsunuz, o zaman kapısını açın. Bugün Türkiye’de bir fırsat zemini var. Biz bu zemini önemsiyoruz. Artık anadilini, kimliği ve temel hakları sorun olmaktan çıkaralım. Kürt meselesinin çözümünde kimse demokrasiyi pazarlık konusu yapmasın. Demokrasi her yönetimin, her iktidarın kendi ülkesinde yaşayan halklara sunması gereken bir görevdir, bir ödevdir. Pazarlık konusu yapılamaz. “Kayyım atayayım sonra pazarlık yapayım”. Bu olmaz! Kayyım atamak zaten demokratik değerlere uygun bir yaklaşım değil. Demokrasi, Türkiye halklarının bir arada kalmasının sigortasıdır. Bu sigortayı bozanlar Türkiye halklarına büyük kötülük yapar.
10 partinin kayyım yasası için verdiği kanun teklifini hep birlikte TBMM’den geçirelim
Parlamentoda temsili bulunan 10 siyasi parti, kayyımlara karşı ortak bir kanun teklifi verdi. Bu çok önemlidir, çok kıymetlidir. Buradan Meclis Başkanına da sesleniyorum: Parlamentoda temsiliyeti bulunan 10 siyasi partinin iradesini dikkate alarak bu çağrıyı siz de değerlendirin. Yine bu vesileyle, parlamentoda bulunan bütün milletvekillerine de çağrı yapmak istiyorum. Bizzat ben de şahit oldum, şu anda iktidara mensup milletvekillerinin çoğunluğu bu kayyım meselesinde rahat değil. Vicdanları rahat değil. Belki açıkça dile getirmiyorlar ama kapalı kapılar arkasında eleştiriyorlar. Bütün milletvekillerine sesleniyorum: Gelin, bu 10 partinin kayyım yasası için verdiği teklifi hep birlikte TBMM’den geçirerek Türkiye demokrasisini kayyım ayıbından kurtaralım.
Bizler eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bir Türkiyeli kimliğine varız. Bakın, çok kolay. Eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bir Türkiyeli kimliğine varız. Herkesin kendi dili, inancı ve kimliğiyle Türkiye’de, Ortadoğu’da özgür ve eşit yurttaşlar olarak yaşadığı bir sistemi inşa etmeye DEM Parti olarak varız. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Onların dediğinin aksine de her zaman müzakereye hazırız. Ama bize Dersim’deki gibi, Mardin’deki gibi kayyım dayatılırsa; Türkiye’nin dört bir yanında il ve ilçe örgütlerimize operasyon yapılıp tutuklama yapılırsa en görkemli şekilde mücadele etmek boynumuzun borcudur. Bunu da artık öğrenin. Di dawiyê de cardin ez bi Kurdî dixwazim gotinên xwe bîbim ziman. Berê digotin tiliya mirovan biêşe canê mirovan diêşe. 40 sal in dilê me diêşê, canê me diêşe em dibêjin êdî bes e, êdî bes e. Cardin silav û hurmetên xwe pêşkêş dikin. Hun bixêr hatin serseran serçavan hatin.
Merheba hûn bi xêr hatin, we hemûyan bi rêzdarî silav dikim. Li ser çavan hatin. Çok değerli kurum temsilcileri, sevgili Ahmet Türk, belediye eş başkanlarımız, Ankara İl Örgütümüz, Kürt kentlerindeki bütün renkleri barındıran Esenyurt ilçesinden gelen çok değerli Esenyurtlu yoldaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz. Esenyurt İlçe Eş Başkanlarımıza da buradan selamlarımızı ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Esenyurt defalarca aynı uygulamalara maruz kaldı ama yılmadı. Aslında kent uzlaşısıyla yıllardır uygulanan bu baskı ve sindirme politikalarına da çok büyük bir yanıt verdi, vermeye de devam edecek. Eş başkanlarımızın da bir an önce aramıza dönmelerini bekliyoruz.
Hep bir ağızdan Jin, Jiyan, Azadî demeye devam edeceğiz
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününde, dün kadınlar erkek ve devlet şiddetine, savaşa ve yoksulluğa, özel savaş politikalarına karşı alanlardaydı. Kadın mücadelesinden ve kadınların özgürleşmesinden korkan zihniyetin bu mücadeleyi durdurma girişimini kadınlar dün bir kez daha boşa çıkardı. Buradan kendilerini selamlıyor, mücadelelerinde başarılar diliyoruz. Kadınların mücadelesini bu topraklarda yeşertip bütün dünya kadınlarının umudu ve şiarı haline getiren “Jin, Jiyan, Azadî” sloganını yasaklamaya çalışanlara kadınlar bir kez daha net bir yanıt verdi. Kadınların şiddetsiz, sömürüsüz özgür bir yaşam mücadelesi aynı zamanda partimizin de mücadelesidir. Hep bir ağızdan Jin, Jiyan, Azadî demeye devam edeceğiz.
Gözaltına alınan arkadaşlarımız bir an önce serbest bırakılmalıdır
Bu sabah da yine bir Türkiye klasiğiyle uyandık. Maalesef bir türlü değişmiyor bu yaklaşımları. Emek mücadelesinde çalışan emekçilere, basın emekçilerine ve demokratik siyaset mücadelesinde yıllardır emek verenlere yine bir sabah operasyonu yapıldı ve arkadaşlarımız gözaltına alındı. Eş Genel Başkan Yardımcımız Sevtap Akdağ, Kayapınar Belediye Eş Başkanımız Cengiz Dündar, DİSK Genel İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan ve onlarca insan gözaltına alındı. Bu baskıları ve hukuksuz gözaltıları kınıyoruz. Maalesef Türkiye’nin kısa özeti işte bugün yapılan operasyonlardır. Emekten kadına ve basına kadar muhalif olan herkese yargı sopasıyla operasyon çekiyorlar. Türkiye’de hak mücadelesi ve demokratik siyaset arayışı, iktidar güdümlü bu yargı mengenesinden artık çıkarılmalıdır. Arkadaşlarımız bir an önce serbest bırakmalıdır. Tam da bu baskılara karşı emek, kadın ve demokratik siyaset mücadelesini büyütmeliyiz. Bunun için 30 Kasım’da Ankara’da KESK öncülüğünde “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede birleşiyoruz” şiarıyla bir miting yapılacak. Biz de DEM Parti olarak bu mitingde yerimizi alacağız. Emek, barış ve demokrasi yanlılarını bu mitinge güçlü bir şekilde katılarak destek vermeye çağırıyoruz.Dersim halkının iradesi alçakça gasp edildi
2015’ten beri Türkiye’de kesintisiz bir darbe süreci işliyor. Bu darbe, geçmişte bildiğimiz darbeler gibi değil. Topa, tüfeğe, tanka ihtiyaç duymayan bir darbe sürecini yaşıyoruz. Bu darbeci zihniyeti, Ovacık ve Dersim belediyelerine kayyım atayarak tekrar kendisini hatırlatmaya çalıştı. Önce yargıç cübbesi devreye girdi -ki genelde öyle yapıyorlar- sonra da bir tebligatla alçakça Dersim halkının iradesi gasp edildi. 31 Mart’ta Dersim’de bu iktidar topu topu yüzde 13 oy aldı. Oraya atadıkları memuru, polisi ve kendi çalışanlarını çıkarırsak belki de tek bir Dersimliden oy almadılar. Şimdi Dersimlilerin iradesini güçlü bir şekilde ortaya koyduğu Dersim’e kayyım atıyorlar. Kayyımla gasp etmeye çalışıyorlar. Kayyımla gasp ettikleri Dersim’i zannediyorlar ki Dersim halkı onlara bırakacak. Henüz kayyım tartışmaları ortada yokken, Belediye Eş Başkanımız henüz mahkemede ifade verirken, henüz verilen karar resmi olarak yazılmamışken, şu anda kayyım olarak atanan Dersim Valisi mahkemeye bir yazı gönderiyor ve yazılmayan kararın ivedilikle yazılması için mahkemeden bilgi istiyor. Dersim Belediyesine kayyım olarak atanmak istiyor. Beyefendi, Dersim halkının iradesini ivedilikle gasp etmek istiyor. Bir an önce yolsuzluk yapmak istiyor. Çift maaş alacak, belediye meclisini feshedecek ya da toplantıya almayacak, belediyenin kaynaklarını ihaleyle değil teklif usulüyle istediği firmalara vererek Dersim halkı için ayrılan bütçeyi geçmişte olduğu gibi boşaltacak, birilerine peşkeş çekecek. Bunun için bir an önce ellerini ovuşturuyor. Sanki babasının alacağı var da mahkemeye yazı yazıp bir an önce kararın yazılmasını istiyor.
Sanıyorlar ki Dersim bu gaspçılara eyvallah edecek ama bizim yolumuz Rêya Heq yoludur
Sayın Vali, Dersim senin gibi yüzlercesini gördü, binlerce baskı ve zulüm politikasına rağmen yüz yıldır vazgeçmedi; seninle mi vazgeçecek? Sanıyor ki Dersim bu emir erlerine, bu gaspçılara eyvallah edecek. Çok beklersiniz! Dersim halkı hiçbir zaman iradesinden vazgeçmedi. Bunu artık öğrenmeniz gerekiyor. Yüz yıldır Kürtleri yok sayan, Alevilerin inancını yok sayan bu anlayış şimdi güncellenmiş kayyım sistemiyle yoluna devam ediyor. Ama bilmiyorlar ki bizim yolumuz Rêya Heq yoludur. Bizim yolumuz adaletin ve hakikatin yoludur. Bizim davamız hakiki bir davadır. Bakalım kayyımcı anlayış mı kazanacak, yoksa Rêya Heq yolundan yürüyenler mi? Bunu, hep birlikte, başta Dersim’deki halkımız, Aleviler gösterecektir.
Kayyım yasası 21. yüzyılın “tunç eli” yasasıdır
Kayyım yasası 21. yüzyılın “tunç eli” yasasıdır. 30’larda uyguladıkları Tunceli Kanununu şimdi güncelleyerek uyguluyorlar. Tunç eli kanunlarından medet ummak korkaklıktır, acizliktir, çaresizliktir. Bundan vazgeçin. 100 yıldır Tunceli Kanunu ile yönettiğiniz, yönetmeye çalıştığınız Dersim’i ele geçiremediniz. Bundan vazgeçin. Kürt meselesi nedir, kayyım rejimi nedir? Tarihten bugüne yaşanan bir örnekle aktarmaya çalışacağım. Ocak 1920’de Dersimli Hasan Hayri Bey, Meclis-i Mebusan’a seçildi. 1923’e kadar da Meclisi Mebusan’da milletvekilliği yaptı. Daha sonra amcası Celalzede Mehmet ile birlikte 23 Kasım 1925’te Elazığ Buğday Pazarı Meydanında idam edildi. 1923’e kadar milletvekilliği yapan Hasan Hayri Bey neden idam edildi? Çünkü toprağını, inancını ve halkını savundu; eşit yurttaşlar olarak insanca yaşamayı savunduğu için idam edildi. Hikaye burada bitmiyor. Hasan Hayri Bey’i idam edenler daha sonra ailesinden ve köylerinden 200 kişiyi 1938 Dersim Katliamında katletti.
Kürt sorunu Hasan Hayri’den Cevdet Konak’a uzanan hak arayışıdır
Katliam diyoruz ama öyle bildiğimiz katliam da değil. Kurşun atmamak için birçok insanı evlerine kapatıyorlar ve evleri ateşe veriyorlar. Çoğu ateşte yanarak yaşamını yitirdi. Çoğu dumandan zehirlenerek yaşamını yitirdi. İnkar etseler de tarih de buna şahit, Dersim de buna şahit. O dağlar, o kurt kuş, o dereler bu katliama şahittir. O dereler günlerce kan aktı. Bu gerçeği kimse gizleyemez. İşte idam edilen Hasan Hayri’nin torunu Cevdet Konak şu anda Dersim Belediye Eş Başkanımızdır. Aynen 100 yıl önceki gibi, Hasan Hayri’nin idam edilişinin yıldönümünde, Cevdet Konak ve Birsen Orhan arkadaşlarımıza da zulüm uygulandı; görevlerinden alınıp yerlerine kayyım atandı. Kürtlere, Alevilere yönelik yüz yıllık hukuksuzluk bugün kayyım atamasıyla devam ediyor. İşte kayyım rejimi budur, kesintisiz Kürt düşmanlığı budur. İşte Kürt sorunu Hasan Hayri’den Cevdet Konak’a uzanan bir hak arayışıdır.
Dersim’in kutsal anahtarı Dersimlilerdedir, zulüm ve katliamla ele geçirilemez
Dersim öyle kolay bir yer değil. Dersimin o kutsal anahtarı Dersimlilerin elindedir. Öyle zulümle, katliamla, kayyımlarla ele geçirilmeyecek çok kutsal bir anahtarı vardır.
Asıl terör kayyım atamaktır, halkın iradesini gasp etmektir
Çıkıp utanmadan bir de “terörsüz Türkiye” deyip duruyorlar. Halkın oyuyla seçilmiş, ön seçimle seçilmiş belediye eş başkanına terör diyorlar. Asıl terör kayyımdır! Kayyımcı anlayışınız ve zihniyetinizdir. Asıl terör, halkın iradesine kayyım atamaktır, halkın iradesini tanımamaktır. Bu kürsüden soruyoruz: Anadilinde eğitim istemek mi terör? “İrademe sahip çıkıyorum, belediyeme sahip çıkıyorum” demek mi terör? Dersim’i inancına göre yönetmek mi terör? Yoksa seçme ve seçilme hakkını gasp etmek midir terör? Türkiye halkları neyin terör olup olmadığını çok iyi biliyor.
Ya Kürt meselesini çözeceksiniz ya da bu onurlu mücadele karşısında çözüleceksiniz
Önce tüm Kürtlere terör diyorlar, sonra birisi çıkıp “terör ayrı Kürtler ayrı” diyor. Yüz yıldır aynı terane. Kürtler bastırılırken hep aynı şeyi söylediler. Hasan Hayri’ye de terör dediler. Meclis-i Mebusan’a seçilmiş, milletvekilliği yapmış bir insan. Artık bu yalanları, bu safsataları, bu psikolojik harbi bir kenara bırakın. Bunu kimse yutmuyor. Biraz cesur olun. Zaten yapıyorsunuz, bari çıkıp deyin ki bütün Kürtler terördür. Biz de ne dediğinizi anlayalım. Zaten pratikte bunu yapıyorsunuz. Sendikacısını gözaltına alıyorsunuz, basın çalışanını gözaltına alıyorsunuz. Esenyurt’ta demokratik siyaset yürüttüğü için eş başkanları tutukluyorsunuz. “Bilge insan” dediğiniz Ahmet Türk gibi ömrünü demokratik siyasetle geçirmiş birine de terör diyorsunuz. Bütün Kürtler terör deyin olsun bitsin. Biraz cesur davranın ve uyguladığınız şeyi artık kabul edin. Buradan sesleniyorum: Kürt meselesini terör meselesi olarak görmek büyük bir gaflettir. Bundan artık vazgeçin. Kürtler hakkını istiyor; Yozgat’a, Çankırı’ya kayyım atayalım demiyorlar, Yozgat'ın ve Çankırı’nın iradesini gasp edelim demiyorlar; saygı duyuyorlar. Biraz vicdanınız varsa siz de artık buna saygı duyun. Ya Kürt meselesini çözeceksiniz ya da Hasan Hayri’den Cevdet Konak’a kadar süren bu onurlu mücadele karşısında çözüleceksiniz. Bunun ötesi berisi yok. Siz karar verin.Ortadoğu’da güç savaşı gittikçe derinleşiyor
Yanı başımızda ve dünyanın birçok yerinde çatışmalar ve savaşlar devam ediyor. Üçüncü Dünya Savaşının ayak sesleri artık bütün ülkeler tarafından duyulmaya başlandı. Artık cin şişeden çıktı, savaş çanları çalıyor. Ukrayna’da artık taraflar birbirlerini açık şekilde nükleer silahlarla tehdit ediyor. Finlandiya, Belçika ve İsveç gibi ülkeler kendi insanlarına nükleer saldırılardan korunmak için broşür dağıtıyor, bilgilendirme yapıyor. Yani yarının ne getireceğinin belli olmadığı bir sürece girdik. 3. Dünya Savaşının ağırlık merkezi olan Ortadoğu'da da güç savaşı gittikçe derinleşiyor. Geçen yüzyılın başlarında Ortadoğu’da bütün farklılıklar yok sayıldı. Tekçi, milliyetçi ve mezhepçi anlayışlar kendisinden olmayanı ya katletti ya asimile etti ya sürdü ya da tarih dışına itti. Onlar itti ama hiçbir şey bitmedi işte. İttikleri, yok saydıkları o halklar ve inançlar bugün ayakta ve mücadele ediyor, hakkını arıyor. Kendi kimliğini özgürce yaşamak istiyor. Bu bahsettiğimiz süreç Türkiye’de de yaşandı. Türkiye de bu kriz ve çatışmalardan bir türlü kurtulamadı.
Türkiye’de 1920’lerde kurulan çatının herkesin eşit yaşayacağı şekilde onarılmasından yanayız
Evet 1920’lerde bir çatı kuruldu. Bu çatı kurulurken Kürtler de emek verdi, can verdi, bedel ödedi. Ancak şimdi Ortadoğu’daki fırtınalardan ve bu çatının altındaki insanların mutlu olmamasından dolayı artık o çatı çürümeye başladı. Çatının altındakiler mutlu değil. Birilerini yok sayıyor, ötekileştiriyorsun. Birilerine zorla bir inanç ve etnik kimlik dayatıyorsun. Peki, bu çatıyı hep birlikte onaracak mıyız, yoksa bu çatının akıp dökülmesini mi izleyeceğiz? Biz neredeyiz? Biz bu çatının yeniden herkesi kapsayan, herkesin mutlu ve eşit yaşadığı bir şekilde onarılmasından yanayız. Bunun mücadelesini veriyor, bunun bedelini ödüyoruz. Ama sistem bu çatı çürüsün diye sürekli oraya ateş taşıyor. Bunu da hep birlikte halklarımızla birlikte görüyoruz.
Üçüncü Dünya Savaşından korunmanın yolu demokrasiyi büyütmek, halkın iradesini ve farklılıkları tanımak, hukuku sağlamaktır
3’üncü Dünya Savaşından korunmak için çok net ve somut yapılması gerekenler var:
1. Demokrasiyi büyütmek,
2. Halkın iradesini ve farklılıkları tanımak,
3. Türkiye’de hakkı hukuku sağlamak.
Eğer bunları yapabilirsek, çatı da güvenli olur, çatının altındakiler de güvende olur ve mutlu bir şekilde bir arada yaşar. Ama AKP iktidarı ne yapıyor? Jeopolitik kurnazlıklarla rol çalmaya çalışıyor. Onun bu jeopolitik kurnazlığında dolayı da bütün Türkiye halkları kaybetti. İşte 10 bin TL emekli maaşı alınıyorsa, tam da bu kurnazlıklardan kaynaklıdır. Savaş halinden bir çıkar devşirme pratiğinden kaynaklıdır. Biz buna son vermeye çalışıyoruz. AKP iktidarı sık sık olası bir savaştan, Türkiye’ye yönelik müdahaleden bahsediyor. Evet, bölgemizde süren ciddi bir savaş riski var. Bu doğru. Ancak emekçiler, halklar ve inançlar, Kürtler, ezilenler olarak bizler bu riske farklı bakıyoruz, iktidar ise farklı bakıyor. Bizler, bu riskten korunmanın yolunun demokrasiyi güçlü bir şekilde uygulamaktan geçtiğini söylüyoruz ama onlar bu riskten de rant devşirmeye çalışıyor. Bu risklerden korunmak istiyorsanız, önce kayyım atamaktan vazgeçin. Kürt meselesini çözmüş, demokrasisini ve iç barışını sağlamış bir Türkiye hem bu risklerden korunabilir hem de fırsatlardan faydalanabilir. Yerel demokrasi temelinde inşa edilmiş bir demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus en akılcı, en doğru ve en mantıklı çözüm yoludur. Bu nedenle, yerel demokrasinin güçlü şekilde inşa edildiği bir demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus mücadelesi veriyoruz. Bu şekilde iç barışımızı sağlayacağımıza inanıyoruz. AKP-MHP bize boş bir havuz gösteriyor, biz de inatla diyoruz ki boş havuzda yüzülmez!
Tarihte değişmeyen bir gerçek var. Sınırlar değişiyor, iktidarlar değişiyor, zihniyet ve rejimler değişiyor ama tarih boyunca değişmeyen tek bir şey var. Ortadoğu’da Kürtler hesaba katılmadan jeopolitik olmaz. Alparslan döneminde de bu böyleydi, Mustafa Kemal döneminde de böyleydi. Kürtleri hesaba katmayan jeopolitik, işte bugün iktidarın tökezlediği gibi Ortadoğu’da ve dünyada tökezler. Kürt jeopolitiğini dikkate alan da yol alır. Onun için de iktidarı Kürtleri dikkate alan bir yaklaşıma davet ediyoruz.
Bahçeli, Erdoğan, Hakan Fidan sürekli olarak “coğrafyamız tehdit altında” diyor. Tamam, tehdit altında olduğunu varsayalım. Peki, bu tehdidi nasıl bertaraf edeceksiniz?
Kürt sorununu yok sayarak mı? Dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin kazandığı hakları yok sayarak mı bertaraf edeceksiniz? Dünyanın her yerinde Kürtleri oyun dışında bırakarak mı bu tehdidi bertaraf edeceksiniz? Bu soruların cevaplarını bir türlü alamıyoruz. Top çevirip duruyorlar. Gerçek gündeme ve cevaplara bir türlü gelemediler. Ne yazık ki bu iktidar, Ortadoğu fokurdarken ülkenin içerisini de kendi kaynatıyor. Gözaltı ve operasyonlarla, kayyımlarla ve baskıcı politikalarla bunu yapıyor. Bu hal iyi bir hal değil. Bu yol, yol değil. Bu yoldan bir an önce çıkarak lütfen kendinize gelin. İç cephe hayali bu yöntemlerle boşa çıkar, tarumar olur. İç cephe birilerini dışlayarak oluşturulamaz. Bugünkü manzarada iç cephe dedikleri nedir? Kayyımdır. Şu an yaşadıklarımızdan yola çıkarak söylüyorum. İç cephe dedikleri barış düşmanlığıdır, demokratik siyasetin tasfiyesidir. Belediye eş başkanlarını, ilçe eş başkanlarını, yöneticileri tutuklayarak maalesef iç cepheyi oluşturamazsınız. AKP-MHP bize boş bir havuz gösteriyor ve “Burada yüzün” diyor. Biz ise inatla ve ısrarla “Bu havuz boş, boş havuzda yüzülmez” diyoruz. Berê li cem me digotin bi pufkirinê tenûr nayê germkirin. Nasıl ki üflemeyle tandır yanmıyorsa, boş havuzda da yüzülmez.
Kürt halkı hami değil onurlu bir barış istiyor
Son günlerde yine iktidar aktörlerinin ağızlarına pelesenk ettikleri bir şey var. “Kürtlerin hamisiyiz” diyorlar. Sanırım olayı yine yanlış anlamışlar. Kürtler kendilerini reddeden hamiliğinizi, hakaretinizi ve hamasetinizi kabul etmiyor. Kürt halkı hami değil onurlu bir barış istiyor. Kürt halkı yeni efendiler değil eşit ve adil bir yaşam istiyor. Türkiye’nin barışı hamilikle değil birbirini eşit kabul etmekle olur. Türkiye, dünyanın farklı yerlerinde çözüm için arabuluculuk ve 3’üncü göz rolü oynuyor. Geçmişte Somali'de bunu yaptı, arabulucu oldu. Somali'de bir noktaya gelindi. Uzun süredir Türkiye Filipinler’de resmi arabuluculuk yapıyor. Ukrayna ve Afganistan'da da arabuluculuk yapmak için can atıyor, rol üstleniyor. Özellikle Filipinler’e dikkatinizi çekmek istiyorum. Filipinler’de çatışma sürecinin çözümü için Türkiye önemli bir rol almış ama kendi ülkesine gelince çözümsüzlükte ısrar ediyor. Yani orada sorunu çözmek için arabuluculuk yapıyor, burada ise benim benzer sorunum yok diyor. Dışarıda barış havarisi ama içeride elinde savaş tokmağı olan bir Türkiye’den bahsediyoruz. Bu ikiyüzlülüğün artık bırakılması gerekiyor. Biraz da Filipinler’de olduğu gibi kendi sorunumuzun çözümüne yoğunlaşmalıyız. Mora halkının kendi kendini yönetme mücadelesi için destek sunan Türkiye, Türkiye’de yüz yıldır devam eden Kürt sorununu görmezlikten geliyor. Bu kabul edilemez. Mora halkı için yaptığı doğrudur. Tabii ki Mora halkı kendini yönetsin, demokratik haklarına kavuşsun. Ancak Mora halkı için istediğini, eğer gerçek bir arabulucu ise kendi ülkesindeki Kürtler için de istemelidir. Mora halkına var ama Kürt halkına gelince yok. İşte böylesine çelişkili bir iktidarla karşı karşıyayız.
İktidara sesleniyoruz: Herkesin buluştuğu bu tarihi fırsata engel olmayın
Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin demokratik çözümünde büyük bir ortaklaşma var. Oy devşirmek isteyen kimi kesimleri çıkarırsak, neredeyse bütün muhalefet demokratik çözümden yana bir tavır ve duruş ortaya koydu. Bu çok değerli ve tarihi bir fırsattır. Biz buna değer biçiyoruz. İktidara sesleniyoruz: Herkesin buluştuğu bu tarihi fırsat önünde engel olmaktan artık vazgeçin. Kendi çıkarlarınız için milyonlarca insanın çıkarını heba etmeyin. Ne güzel muhalefet bir araya gelmiş, siz de biraz samimi davranın. Herkesin bir arada olduğu bir süreçte sorunları çözmenin çok kolay olacağını geçmişte yaşadığımız deneyimlerde gördük.
Ancak hem bu muhalefetin bir araya gelmesini değerlendirmiyorlar hem hala parmak sallıyorlar hem de çıkıp kirli propaganda yürütmeye devam ediyorlar. Özellikle televizyonlardaki tartışmaları ve gazete köşelerinde yazılanları görüyorsunuz. “Sayın Öcalan’ın dediklerini yapmıyorlar” diyorlar. “DEM Parti çözümden yana değil” diyorlar. Böyle bir yalan olabilir mi? DEM Parti’nin nerede durduğunu bilmeyen mi var? Bugünkü yönetim bunu bilmiyor olabilir mi?Tecridi kaldırın, Sayın Öcalan’ın düşünceleri toplumla buluşsun
85 milyon insanın huzurunda sormak istiyoruz: Öcalan ne dedi, ne istedi? Biz bunu bilmiyoruz, siz biliyor musunuz? O zaman bu zeminin Öcalan’ı dinleyip dinlemediğini nasıl anlayacağız? Öcalan’ın tecridini kaldırın, düşünceleri gelsin. Tecrit var, 6 ay daha üzerine görüş yasağı koyacaksınız; diğer taraftan da vicdanı iktidarın kesesinde olanlar çıkıp “Öcalan’ı dinlemiyorlar” diyecekler. Yahu Öcalan’ın ne söylediğini biz bilmiyoruz ki. Bir zahmet tecridi kaldırın da Öcalan dinleniyor mu, dinlenmiyor mu bakalım. Bunu anlamak için önce tecridi kaldırın, Öcalan düşüncelerinin toplumla ve halkla buluşmasını sağlayın.
Bunu söyleyenler, daha geçen gün 6 aylık görüş yasağı koydu. Bunu söyleyenler sanki belediyelerimize kayyım atayanlar değil. Bu ahlaksızca politikalardan artık vazgeçin. Yaptığınız bu kirli psikolojik savaşa Kürtler, Türkler, emekçiler, Aleviler artık kanmıyor. Ne zaman anlayacaksınız bunu? Kim sizin yaptığınız bu programları izliyor, kim sizin orada yaptıklarınızı dikkate alıyor ki? Ne zaman bunu öğreneceksiniz? Yaptığınız kirli bir psikolojik savaştır. Çözümsüzlüğün, ölümlerin, açlığın, sefaletin, melanetin kaynağı tam da sizin bu politikalarınızdır, sizsiniz. Sizin çözümsüz politikalarınızdır.
Hiç kimse Kürt meselesinin çözümünde demokrasiyi pazarlık konusu yapmasın
Bugün de konuşuldu bizden önce MHP grubunda. Biz hazırlıklarımızı dün yapmıştık. Demek ki çözüme dönük akıl bazen aynı işliyor. İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmek için Tülay Başkan ile birlikte bugün Adalet Bakanlığına başvuracağız. Eğer samimiler ise bu başvurunun önündeki engelleri kaldırırlar. Sayın Öcalan’ın hem bu süreç hakkında ne düşündüğünü birinci elden görüp duymak istiyoruz hem de barış sürecine DEM Parti adına Eş Genel Başkanlar olarak katkı sağlamak istiyoruz. Sadece biz değil; Türkiye’de barış ve demokrasi isteyen aydınlar, yazarlar, sanatçılar ve kurum temsilcileri de oraya gitmelidir. Madem işaret ediyorsunuz, o zaman kapısını açın. Bugün Türkiye’de bir fırsat zemini var. Biz bu zemini önemsiyoruz. Artık anadilini, kimliği ve temel hakları sorun olmaktan çıkaralım. Kürt meselesinin çözümünde kimse demokrasiyi pazarlık konusu yapmasın. Demokrasi her yönetimin, her iktidarın kendi ülkesinde yaşayan halklara sunması gereken bir görevdir, bir ödevdir. Pazarlık konusu yapılamaz. “Kayyım atayayım sonra pazarlık yapayım”. Bu olmaz! Kayyım atamak zaten demokratik değerlere uygun bir yaklaşım değil. Demokrasi, Türkiye halklarının bir arada kalmasının sigortasıdır. Bu sigortayı bozanlar Türkiye halklarına büyük kötülük yapar.
10 partinin kayyım yasası için verdiği kanun teklifini hep birlikte TBMM’den geçirelim
Parlamentoda temsili bulunan 10 siyasi parti, kayyımlara karşı ortak bir kanun teklifi verdi. Bu çok önemlidir, çok kıymetlidir. Buradan Meclis Başkanına da sesleniyorum: Parlamentoda temsiliyeti bulunan 10 siyasi partinin iradesini dikkate alarak bu çağrıyı siz de değerlendirin. Yine bu vesileyle, parlamentoda bulunan bütün milletvekillerine de çağrı yapmak istiyorum. Bizzat ben de şahit oldum, şu anda iktidara mensup milletvekillerinin çoğunluğu bu kayyım meselesinde rahat değil. Vicdanları rahat değil. Belki açıkça dile getirmiyorlar ama kapalı kapılar arkasında eleştiriyorlar. Bütün milletvekillerine sesleniyorum: Gelin, bu 10 partinin kayyım yasası için verdiği teklifi hep birlikte TBMM’den geçirerek Türkiye demokrasisini kayyım ayıbından kurtaralım.
Bizler eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bir Türkiyeli kimliğine varız. Bakın, çok kolay. Eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bir Türkiyeli kimliğine varız. Herkesin kendi dili, inancı ve kimliğiyle Türkiye’de, Ortadoğu’da özgür ve eşit yurttaşlar olarak yaşadığı bir sistemi inşa etmeye DEM Parti olarak varız. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Onların dediğinin aksine de her zaman müzakereye hazırız. Ama bize Dersim’deki gibi, Mardin’deki gibi kayyım dayatılırsa; Türkiye’nin dört bir yanında il ve ilçe örgütlerimize operasyon yapılıp tutuklama yapılırsa en görkemli şekilde mücadele etmek boynumuzun borcudur. Bunu da artık öğrenin. Di dawiyê de cardin ez bi Kurdî dixwazim gotinên xwe bîbim ziman. Berê digotin tiliya mirovan biêşe canê mirovan diêşe. 40 sal in dilê me diêşê, canê me diêşe em dibêjin êdî bes e, êdî bes e. Cardin silav û hurmetên xwe pêşkêş dikin. Hun bixêr hatin serseran serçavan hatin.