Ünlü gazeteci ve yazar Hayati Asılyazıcı, Nilgün Serimoglu'nun son kitabını kaleme aldı. İşte Hayati Asılyazıcı'nın o yazısı:BAŞKA DENİZLERİN KIZISize bir kitaptan söz etmek istiyorum; “Başka Denizlerin Kızı” adı ile yayınlanmış olan roman formundaki kitaptan… Bu kitap bence üzerinde konuşulması gereken nitelikler taşıyor.Yazarı olan Nilgün Serimoğlu bir opera sanatçısı. Kendisini uzun yıllardır tanırım. Bir dönem gazetede benim gözetimimde köşe yazıları yazdı, redaktörlük, editörlük, sayfa yapımı konusunda deneyim kazandı. Yaptığı televizyon programlarında çok başarılı oldu. Ona deneyimlerimi, medya mensubu olmanın önemini sanırım aktarabildim.Köşe yazıları dışında mesleki kitaplar ve romanlar yazdığını öğrendiğimde çok memnun oldum ama aynı zamanda endişelendim. Yazdıklarını ilk kez benimle paylaşmak istiyordu doğal olarak. Bu paylaşımın öncesinde çok gergindim. O bir opera sanatçısı olarak eğitim almıştı ve şimdi çok farklı bir alana giriş yapmayı düşünüyordu.Gazetecilik ve yayıncılık yaşamım erken yaşlarda başladığı için birçok önemli yazarın sektöre girişine tanık oldum. Bazılarının yazım yolculuklarında önemli katkılarım oldu.Nilgün Serimoğlu’nun yazdıklarını bana okuyacağı zamanı elimden geldiğince geri attım. Sevdiğin, öğrencin olarak kabul ettiğin birine “sen köşe yazılarıyla yetin şimdilik” demek zorunda kalmaktan korkuyordum.Sonunda kaçınılmaz tarih geldi ve biz çalıştığımız yerin dışında bir mekân olan Gezi Pastanesinde buluştuk. Yaklaşık bir saat boyunca bana yayınlanan ilk romanından parçalar okudu.Mekândan ayrılıp açık havaya çıktığımızda derin bir nefes aldım ve “Çok şükür” dedim. Meğerse saatlerdir nefesimi tutuyormuşum. O pastaneden ben yanımda gerçek bir yazarla çıktığımı biliyordum artık.Geçen yıllar içerisinde Nilgün Serimoğlu sürekli olarak yazdı. Mesleki kitaplarının yanı sıra romanları yayınlandı. Gerçekçi bir bakış açısıyla sıradan insanların sıradan öykülerini anlattı kitaplarında. Yazdıklarında olaylar zinciri ne kadar sade ve basit ele alınmış olsa da olayların ardındaki farklı boyut yorumları o derecede derin anlamlar taşıyor.
Romanlarında tek bir öyküden yola çıkmıyor. Belli bir zaman parçasından aldığı kesitteki tüm enstrümanları ve karakterleri hem özgün hem de birbirleriyle bağlantılı olarak sunuyor. Ortaya çıkan şey bir kurgu olmaktan öte gerçek bir yaşam deneyimi olarak sunuluyor.“Başka Denizlerin Kızı” bir kadın romanı gibi görünmekle birlikte toplumsal yaraları görünür kılan bir kolaj.“Kasabanın Delisi” Ziynet’in ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir lanetin öyküsünü anlatıyor bu kitap. Farklı coğrafyalar ve farklı etnik kökenlerden gelen insanların buluştuğu bir Ege Kasabasında buluyoruz kendimizi. Sonrasını Nilgün Serimoğlu’nun kaleminden aktarmak istiyorum.Kadın hangi zaman, hangi kültür, hangi coğrafyada olursa olsun toplumun en zayıf halkası durumunda. Bazen altın saçlı fakat kötü kaderli kadınlar doğar bir yerlerde. Onlara pusu kuran laneti kuşaktan kuşağa aktarırlar. Adları ne olursa olsun Ziynet, Adara, Oriana, Maria… Onlar her zaman ve her yerde var oldular ve olacaklar. Bu Öyküde “Afrodit’in Altın Saçlı Kızları” olarak söz edilen ama sevdiğini seçme hakkı tanınmayan kadınların bağnazlık değirmeninde nasıl öğütüldüğüne bir kez daha tanık olacağız. Bu değirmen yalnız kadınları değil ekonomik gücü elinde tutanların baskısı ile yürekleri, vicdanları tutsak olmuş tüm insanları öğütüyor.İşte böyle bir deniz kasabasının ve o kasabanın delisi Ziynet’in öyküsünü anlatacağım size. O bu kasabada mutlu bir çocuk olarak doğdu. Olağanüstü yeteneklere sahipti. Doğayla ve hayvanlarla dost olan Ziynet, insanlardan aynı sevgiyi, merhameti göremedi. Kaderin ve kötü insanların ördüğü ağa takıldı.Sonrasında kasaba sakinlerinin vicdanlarında denizin bile temizleyemeyeceği kara bir leke olarak yaşadı ve öldü. Korkan insanlar yalnızca gözlerini değil vicdanlarını da kapatıp sessiz kaldıkları sürece o insanlar, o lanetler hep var olacak. Yalnızca kötülüğü yapanlar değil, olanlara sessiz kalanlar da suçludur. Belki de daha fazla…Bu öykü dünyanın herhangi bir yerinde geçebilirdi. Evrenin her yerinde denizin çocukları ortak özellikler, ortak kaderler taşır. Deniz insanları farklı yaşayan, farklı hisseden insanlardır. Deniz onlara en sert dalgalara karşı koymayı öğretirken diğer yandan da balık ağlarını onarır gibi diğer kalpleri kırmadan nasıl onaracağını da öğretir. Deniz onların kaderlerini ağların ilmekleri gibi birbirine bağlar. Denize karşı bir bütündür onlar. Birinin canı yansa hepsinin yanar. Matemleri de sevinçleri de ortaktır. Deniz anadır, babadır, kardeştir, sevgilidir bazen de Azrail’dir.Bu öyküde denizin koyduğu evrensel yasalara göre yaşayan insanların kaderi bir anda değişiyor. Kriz dönemlerinde ekonomik gücü eline geçiren bir grup insan bir kasabanın vicdanını ve değer yargılarını da yönetme hakkını kendinde buluyor ve onlara kimse “dur!” Diyemiyor.Genelde deniz insanlarının yarım kalmış kırık aşk öyküleri olur. Çünkü deniz kendi kalbine aldığı insanlarını diğerleriyle paylaşmayacak kadar kıskanç bir sevgili olabilir. Yüreğinin en büyük parçasını denize ayıran balıkçılar karaya yarım yürekle çıkar ve çoğunlukla sevdalarını tamamlayamazlar.Balıkçılara göre denizlerin hayaletleri, yardımcı ruhları vardır. Kulaktan kulağa yayılan, yaşlılardan gençlere aktarılan öykülerde efsane kaptanların ruhları fırtınalı gecelerde ortaya çıkar, deniz fenerlerine dönüşerek denizdeki çaresiz balıkçıları kıyıya yönlendirir, bazen de bir kayanın tepesinde gelmeyecek bir yolcuyu bekleyen bir kadın silueti olup yürekleri parçalar.
Romanlarında tek bir öyküden yola çıkmıyor. Belli bir zaman parçasından aldığı kesitteki tüm enstrümanları ve karakterleri hem özgün hem de birbirleriyle bağlantılı olarak sunuyor. Ortaya çıkan şey bir kurgu olmaktan öte gerçek bir yaşam deneyimi olarak sunuluyor.“Başka Denizlerin Kızı” bir kadın romanı gibi görünmekle birlikte toplumsal yaraları görünür kılan bir kolaj.“Kasabanın Delisi” Ziynet’in ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir lanetin öyküsünü anlatıyor bu kitap. Farklı coğrafyalar ve farklı etnik kökenlerden gelen insanların buluştuğu bir Ege Kasabasında buluyoruz kendimizi. Sonrasını Nilgün Serimoğlu’nun kaleminden aktarmak istiyorum.Kadın hangi zaman, hangi kültür, hangi coğrafyada olursa olsun toplumun en zayıf halkası durumunda. Bazen altın saçlı fakat kötü kaderli kadınlar doğar bir yerlerde. Onlara pusu kuran laneti kuşaktan kuşağa aktarırlar. Adları ne olursa olsun Ziynet, Adara, Oriana, Maria… Onlar her zaman ve her yerde var oldular ve olacaklar. Bu Öyküde “Afrodit’in Altın Saçlı Kızları” olarak söz edilen ama sevdiğini seçme hakkı tanınmayan kadınların bağnazlık değirmeninde nasıl öğütüldüğüne bir kez daha tanık olacağız. Bu değirmen yalnız kadınları değil ekonomik gücü elinde tutanların baskısı ile yürekleri, vicdanları tutsak olmuş tüm insanları öğütüyor.İşte böyle bir deniz kasabasının ve o kasabanın delisi Ziynet’in öyküsünü anlatacağım size. O bu kasabada mutlu bir çocuk olarak doğdu. Olağanüstü yeteneklere sahipti. Doğayla ve hayvanlarla dost olan Ziynet, insanlardan aynı sevgiyi, merhameti göremedi. Kaderin ve kötü insanların ördüğü ağa takıldı.Sonrasında kasaba sakinlerinin vicdanlarında denizin bile temizleyemeyeceği kara bir leke olarak yaşadı ve öldü. Korkan insanlar yalnızca gözlerini değil vicdanlarını da kapatıp sessiz kaldıkları sürece o insanlar, o lanetler hep var olacak. Yalnızca kötülüğü yapanlar değil, olanlara sessiz kalanlar da suçludur. Belki de daha fazla…Bu öykü dünyanın herhangi bir yerinde geçebilirdi. Evrenin her yerinde denizin çocukları ortak özellikler, ortak kaderler taşır. Deniz insanları farklı yaşayan, farklı hisseden insanlardır. Deniz onlara en sert dalgalara karşı koymayı öğretirken diğer yandan da balık ağlarını onarır gibi diğer kalpleri kırmadan nasıl onaracağını da öğretir. Deniz onların kaderlerini ağların ilmekleri gibi birbirine bağlar. Denize karşı bir bütündür onlar. Birinin canı yansa hepsinin yanar. Matemleri de sevinçleri de ortaktır. Deniz anadır, babadır, kardeştir, sevgilidir bazen de Azrail’dir.Bu öyküde denizin koyduğu evrensel yasalara göre yaşayan insanların kaderi bir anda değişiyor. Kriz dönemlerinde ekonomik gücü eline geçiren bir grup insan bir kasabanın vicdanını ve değer yargılarını da yönetme hakkını kendinde buluyor ve onlara kimse “dur!” Diyemiyor.Genelde deniz insanlarının yarım kalmış kırık aşk öyküleri olur. Çünkü deniz kendi kalbine aldığı insanlarını diğerleriyle paylaşmayacak kadar kıskanç bir sevgili olabilir. Yüreğinin en büyük parçasını denize ayıran balıkçılar karaya yarım yürekle çıkar ve çoğunlukla sevdalarını tamamlayamazlar.Balıkçılara göre denizlerin hayaletleri, yardımcı ruhları vardır. Kulaktan kulağa yayılan, yaşlılardan gençlere aktarılan öykülerde efsane kaptanların ruhları fırtınalı gecelerde ortaya çıkar, deniz fenerlerine dönüşerek denizdeki çaresiz balıkçıları kıyıya yönlendirir, bazen de bir kayanın tepesinde gelmeyecek bir yolcuyu bekleyen bir kadın silueti olup yürekleri parçalar.